ZEKAT
İSLAMIN ŞARTLARINDAN BİRİ OLAN ZEKAT NEDİR?
İslam’ın üçüncü şartı olan zekat nedir diye merak ediyorsanız; toplum yararına yapılan ve Allah’ın belirli kimselere farz kıldığı bir ibadettir. Kelime anlamı ile “artma”, “temizlik, “çoğalma” ve “bereket” anlamlarına gelen zekat, belirli malın bir kısmının Allah rızası için dinen zekat alabilecek durumdaki kişilere verilmesidir.
Toplum içinde ekonomik yönden, sosyal adaleti ve sosyal dengeyi sağlayan zekat ibadeti ile aynı zamanda zengin ve fakir arasındaki yardımlaşma ruhu da canlı tutulur. Toplumda birlik ve kardeşlik duyguları daha da pekişir.
Yüce Allah (c.c.) kullarına maddi zenginlikler lütfeder ve ihtiyaç fazlası maddi imkânlara sahip olanları, bu imkânlarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmakla mükellef kılarak yardıma muhtaç olanların ihtiyaçlarını giderir. Böylece toplumdaki sosyal yardımlaşma ve dayanışma bilinci güçlendirilir.

ZEKAT NEDİR VE ZEKATIN ÖNEMİ
Zekat, alan kişi için önemli olduğu gibi zekat veren kimse için de oldukça önemlidir. Zekat vermekle farz olunan kimseler, zekat ibadetini yerine getirmekle hem kalplerini temizlerler hem de mallarını manen güvence altında tutarlar. Zekat, ne sahibinin mülkiyetini giderir ne de mülkiyeti tamamen zenginin elinde bırakarak fakirin edinmesine mani olur. Böylece toplumsal dengeyi sağlayarak, fertlerin birbirine kenetlenmesini sağlar.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de zekatın önemi şu ifadelerle birçok kez vurgulanmıştır:
“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekat verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (Bakara Sûresi, 2:277)
“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisâ Sûresi, 4:162)
“Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Resüle itaat edin ki size merhamet edilsin.’’ (Nûr Sûresi, 24:56)
ZEKAT KİMLERE FARZ KILINMIŞTIR?
Zekat, erginlik çağına ermiş, hür, aklen herhangi bir maluliyeti olmayan ve mal varlığı nisap miktarına ulaşmış bireylere yükümlü kılınmıştır. Bir diğer şart ise dinen yeterli mal veya servete ulaştıktan sonra üzerinden bir kamerî yıl geçmesi ve yıl sonunda da nisap miktarının korunması gerekir. Ayrıca zekat verilecek mal, sahibinin bizzat elinde, yani mülkiyetinde bulunmalıdır.
En kuvvetli sahih görüşlere göre, üzerine zekat düşen mal ve paraların zekatının, o mal ve paralar üzerinden bir yıl geçtikten sonra, sene biter bitmez verilmesi uygun düşer. Bu nedenle zekat vermenin farz olunduğu hâllerde gecikmeksizin zekat verilerek kulluk borcu yerine getirilmelidir.

ZEKAT KİMLERE VERİLİR?
Zekât, Allah rızası için ancak zekât verilebilecek kişilere verildiği zaman gerekli ibadet yerine getirilmiş olur. Zekât alabilecek kişiler hiç malı olmayan kişiler veya zaruri ihtiyaçları dışında nisap miktarının altında malı bulunan kişilerdir. Tevbe Suresi’nde de açıkça şu ifadelerle zekât alabilecek kişiler belirtilmiştir:
“Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayanlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar, köleler, borçlular, Allah yolunda ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Sûresi, 9:60)
ZEKAT KİMLERE VERİLMEZ?
Anne, baba, dede, nine, çocuk ve torunlara zekât verilemediği gibi bir kimse eşine de zekât veremez. Aynı zamanda Müslüman olmayanlara ve nisap miktarı mala sahip olan kişiye de zekât verilemez. Öte yandan cami, okul, yetimhane yapımı için verilen para da zekât yerine geçmez.

ZEKAT HAYIR KURUMLARINA VERİLEBİLİR Mİ?
Zekatın verilebileceği kimseler Tevbe Sûresi, 60. ayetinde açıkça belirtilmiştir. Buna göre zekat, ihtiyaç sahibi yoksulların hakkıdır. Zekat, ihtiyaç sahiplerine bizzat elden verilebileceği gibi aracı vasıtası ile de ulaştırılabilir. Bu aracının birey veya kurum olması arasında bir fark yoktur. Nitekim bu kuruluşlar Kur’ân-ı Kerîm’de “fi-sebilillah” kelimesi ile Allah yolunda olan kurumlar olarak ifade edilmiştir. Bu nedenle ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması maksadı ile hayır kurumlarına zekat verilmektedir.
ZEKATLARINIZI WEFA ARACILIĞI İLE DÜNYANIN BİRÇOK NOKTASINDAKİ İHTİYAÇ SAHİPLERİNE ULAŞTIRABİLİRSİNİZ
WEFA Uluslararası İnsani Yardım Organizasyonu İslam coğrafyasında yardıma muhtaç mazlumlara zekâtlarınızı ulaştırarak veren el ile alan el arasında köprü vazifesi görmektedir. WEFA’ya verilen zekâtlar, Tevbe Sûresi’nin 60. ayetinde belirtilen şartlara uygun olarak yalnızca yardıma muhtaç ve zekât alabilecek kimselere ulaştırılmaktadır.
Zekâtlarınız Balkanlar’daki Müslüman ülkeler ile Afrika ve Asya’daki yardıma muhtaç binlerce ihtiyaç sahibine WEFA ekipleri tarafından dağıtılmaktadır. 2019 yılında Benin, Bosna-Hersek, Burkina Faso, Ruanda, Balkanlar, Türkiye, Moğolistan, Lübnan, Yemen, Bangladeş ve Pakistan’daki yetimlere, yetim annelerine, mültecilere, hastalara, yaşlılara, yoksul ve ihtiyaç sahibi yüzlerce Müslüman’a zekâtlarınız ulaştırılmıştır.
Zekâtınızı WEFA aracılığıyla yardıma muhtaç olan Müslümanlara ulaştırabilir, mazlum ve mağdurların yüzünün gülmesine vesile olabilirsiniz.
“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” Bakara Suresi, 277
İslam, beş esas üzerine kurulmuştur: Allah(c.c)’ dan baska ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v)’in Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve hacca gitmektir”
“Mallarınızı zekat ile koruyunuz. Hastalıklarınızı sadaka ile iyileştiriniz, bela dalgalarını dua ve niyaz ile karşılayınız”
Ülke ve bölgelere göre geçim standartları farklı olduğundan, sadaka-i fıtır mükellefinin kendi bulunduğu yere göre bir kişinin bir günlük normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktar üzerinden sadaka-i fıtrını vermesi gerekir.
Hadislerde sadaka-i fıtrın miktarı, arpa, hurma veya üzümden bir sâ’ (yaklaşık 2.917 gram) buğdaydan yarım sâ’ olarak belirlenmiştir. Sadaka-i fıtrın bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber ve sahabe dönemindeki uygulamalar dikkate alındığında, sadaka-i fıtır miktarı ile, bir fakirin, içinde yaşadığı toplumdaki orta hâlli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Buna göre günümüzde sadaka-i fıtır, bir kişinin bir günlük normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktar, aynî gıda yardımı olarak verilebileceği gibi, bunun değerinde nakit de verilebilir. Ancak fakirin yararına olanı tercih etmek daha uygundur.
Nisap, zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisap, asgarî zenginlik ölçüsü şeklinde de tanımlanabilir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak bu kadar mala sahip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişi, zekât veya sadaka alamayacağı gibi; sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Borçtan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olan bu malın artıcı olması ve üstünden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtının verilmesi gerekir. Zenginliğin asgari sınırı olan “nisap” Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir. Bu asgarî sınırlar, o dönem İslam toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir: 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullan›lan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur.
Bütün ibadetlerde olduğu gibi sadaka-i fıtır yükümlülüğü de geciktirilmeyip zamanında yerine getirilmelidir. Bununla birlikte zamanında ödenmemişse, bu fitrelerin mümkün olan ilk fırsatta ödenmesi gerekir.
Sadaka-i fıtır, borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı mala sahip olan her Müslümana vaciptir. Bireyin sadaka-i fıtır ile mükellef olması için öngörülen zenginlik ölçüsü, zekatta aranan nisaptır. Ancak sadaka-i fıtırda, zekatta öngörülen, malın artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı aranmamaktadır.
Sadaka-i fıtır, zekât verilebilecek kimselere verilir. Zekât verilmesi caiz olmayan kişilere sadaka-i fıtır da verilmez.
Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü tan yerinin ağarmasıyla vacip olmakla birlikte, Ramazan ayı içinde de verilebilir. Hatta fakirlerin bayram ihtiyaçlarını karşılamaları için, bayramdan önce verilmesi daha iyidir. Ancak Bayram sabahına kadar sadaka-i fıtır verilmemiş ise, Bayram günlerinde ödenmesi gerekir. Zamanında ödenmeyip sonraya kalan fitreler ise, mümkün olan ilk fırsatta ödenmelidir.
Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı mala sâhip bulunan her Müslüman’ın vermesi vâcip olan mali bir ibadettir.
Sadaka-i fıtır, insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan varlığının zekatı kabul edilmiştir. Bu nedenle sadaka-i fıtr’a, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar.
Fiilî olarak bir şirketin ortağı olan kişi, şirketin büro, alet vb. duran varlıkları dışındaki dönen varlığından kendi hissesine düşen miktarın, nisaba ulaması ve üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtını vermesi gerekir. Sanayi sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin; duran varlıkları (üretim aletleri, makine vb.) zekâttan muaf; borçlar, malzeme, işçilik, üretim, pazarlama, yönetim, finansman vb. giderlerin maliyet hesapları yapılıp ç›karıldıktan sonra dönen varlıkları (yarı mamul ve üretilmiş mallar, hammaddeler, nakit para, çek vs.) ise net kâr ile birlikte % 2,5 (Kırkta bir) oranında zekâta tabidir.
Malın zekâtı, kendi cinsinden verilebileceği gibi belli olan başka maddelerden de verilebilir. Buna göre, hayvanların zekâtını vermek isteyen kimse, kendi cinsinden verebileceği gibi, değerleri üzerinden de verebilir. Ancak fakirin yararına olanı tercih etmek daha uygundur.
Odun, kamış (şeker kamışı hariç) ve ottan baka topraktan elde edilen her türlü ürünün, nisap miktarına ulaşması hâlinde (yaklaşık 650 kg.) zekâtının verilmesi gerekir. Yüce Allah; “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin…” (Bakara, 2/267); “Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devrilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (En’am, 8/141) buyurmaktadır. Hz. Peygamber de, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova (el emeği) ile sulananlarda ise yirmide bir vardır.” buyurmuştur (Buhârî, “Zekât”, 55). Hadiste de belirtildiği gibi, mahsulün zekâtının verilmesinde toprağın işlenmesi ve su kullanımı esas olarak alınmaktadır. Buna göre toprak emek sarf edilmeden yağmur, nehir, dere, ırmak ve bunların kanallarıyla sulanıyorsa, çıkan mahsulün 1/10’i; kova, dolap gibi emekle veya suyun ücretle alınması, motorla sulama gibi masraf gerektiren bir yolla sulanıyorsa 1/20’i zekât olarak verilir.
Geri ödeneceği kesin olan alacakların, her yıl alacaklı tarafından zekâtlarının ödenmesi gerekir. Alacak tahsil edilmeden önce zekâtı verilmemişse, tahsil edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekâtlar da ödenmelidir. İnkâr edilen veya geri alınma ihtimali olmayan alacakların her yıl zekâtının verilmesi gerekmez. Şayet böyle bir alacak daha sonra ödenirse, alacaklı bu tarihten itibaren zekât mükellefi olur; geçmiş yıllar için zekât ödemez.
Kâr amacıyla alınıp satılan mallara “ticaret malları” denir. Borçtan ve aslî ihtiyaçlarından fazla 80.18 gr. altın değerinde ticaret malına sahip olan kişinin, bu malın elde edilmesinin üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde, kırkta bir (%2,5) oranında zekâtını vermesi gerekir. Zekât, ileride elde edilmesi muhtemel kârdan değil, mevcut sermayeden ödenmesi gereken mali bir ibadettir. Bu itibarla, ticaret malının zekâtı verilirken, kârsız olarak zekâtının verildiği tarihteki değeri esas alınır.
Ticaret mallarının zekâtı, malın değeri üzerinden hesaplanıp parayla verilebileceği gibi, malın kendi cinsinden de verilebilir.
Sanat ve mesleğin icrası için gerekli olan araç gereç, makine ve malzemeler, aslî ihtiyaçlardan olup bunların zekâtının verilmesi gerekmez. Ancak, kendi mesleğinin icrası için değil de, ticaret için üretilen veya ticari amaçla alınıp satılan araç-gereç, malzeme ve makinelerin zekâtının verilmesi gerekir.
Havaic-i asliyye, temel ihtiyaçlar demektir. Fıkhi değerlendirmelerde temel ihtiyaçları karşılayan, bu yüzden de zekâta tabi olmayan maddi varlıklar havaic-i asliye olarak ifade edilir. İslam’da diğer bedenî ve malî yükümlülüklerde olduğu gibi, zekâtta da mükellefin durumu göz önünde bulundurularak, ona makul ve taşınabilir bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu nedenle İslam bilginleri, zekât ve sadaka-i fıtr ile yükümlü olmak için, kişinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin temel ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı mala sahip olma şartını aramışlardır. Temel ihtiyaç miktarı mal, kişinin yaşaması için zarurî olan miktardır. Temel ihtiyaç maddeleri insanın hayat ve hürriyetini korumak için muhtaç olduğu şeylerdir. Bunlar, genel olarak, nafaka, oturulan ev, ev eşyası, ihtiyaç duyulan elbise, borç karşılığı mal, sanat ve mesleğe ait alet ve makineler, binek taşıtları, ilim için edinilen kitaplar gibi eşyadır.
Zekât mükellefi, kime zekât verdiğini araştırmalıdır. Araştırma sonucu zekât verilebilecek kişilerden olduğu kanaatine vardığı birisine zekât verir. Daha sonra bu kimsenin zekât verilecek kişilerden olmadığı ortaya çıkarsa, zekâtı geçerli olur. Araştırma yapmaksızın zekât verir ve daha sonra bu kimsenin zekât verilebilecek kişilerden olduğu ortaya çıkarsa, zekâtı geçerli olur; ancak böyle olmadığı anlaşılırsa, zekâtı geçerli olmaz, yeniden vermesi gerekir.
Kayınvalide ve kayınpeder, kişinin bakmakla yükümlü olduğu kimselerden olmadığı için, fakir iseler kendilerine zekât verilebilir.
Fakir olan damada zekât verilebilir. Koca eşine bakmakla yükümlü olduğundan, kişinin gelinine zekât vermesi dolaylı olarak kendi oğluna zekât vermesi gibidir. Bu itibarla, geline zekât vermek- geçerli olmakla birlikte- uygun değildir.
Kocası ölmüş ise üvey anneye, büluğ çağına erişip evden ayrılmış ise üvey çocuklara ve üvey babaya, fakir olmaları hâlinde zekât verilebilir. Çünkü bunlarla zekâtı veren kişi arasında usul (bir kimsenin anası, babası, dedeleri) ve füru (çocukları ve torunları) ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs bunlara bakmakla yükümlü de değildir.
Babası ile birlikte oturan kimsenin kendi şahsına ait ayrı malı bulunur ve zekât için gerekli şartları taşırsa bu kişi zekât vermekle yükümlü olur. Ancak babası ile mallarını ayırmamışlar da ortak kazanıp ortak harcıyorlarsa, bu takdirde ellerindeki birikim üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kişi, zekâtla yükümlü olur.
Akıllı olmayan ve büluğ çağına ermemiş olan kişiler, dinen mükellef olmadıklarından zekât ile sorumlu değildirler. Ancak, zenginlerin malında fakirlerin hakkı olduğu için, zengin olan çocuk ve deliler kendileri mükellef olmasa da, veli veya vasilerince bunların mallarından zekât verilmelidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır” buyrulmaktadır.
İslam’da zekât ve fitrenin, kişilerin sınıf ve meslek gruplarına bakılmaksızın, kimlere verilip verilemeyeceği açıkça belirlenmiştir. Bu itibarla, belli bir geliri olduğu hâlde, bu geliriyle asgari temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve başka bir mal varlığı da bulunmayan kişilere zekât verilebilir.
Aslî ihtiyaçlar; ev, ev eşyası giyecek, ulaşım aracı ve yiyecek gibi hayatın güvenli ve sağlıklı bir şekilde devamı için gerekli olan şeylerdir. Bu ihtiyaçları temin etmek için biriktirilen paralarla onları karşılamak üzere sözlü ya da yazılı herhangi bir taahhüde girilmişse o takdirde bu paralardan zekât vermek gerekmez. Çünkü sözlü ya da yazılı taahhüde girildiğinde bu para, artık temel ihtiyaç için harcanmış demektir. Ancak böyle bir taahhüde başlanmamış paranın, nisap miktarına ulaşması ve üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde, zekâtının verilmesi gerekir.
Altın ve gümüş dışındaki ziynet eşyaları zekata tabi değildir. Altın ve gümüşten yapılmış ziynet eşyaları ise, zekat için gerekli diğer şartları da taşıdığı takdirde zekata tabidir. Bu itibarla altından yapılmış ziynet eşyaları, 80.18 gr. veya daha fazla ve üzerinden bir yıl geçmiş ise zekata tabidir.
Zekat vermenin belli bir zamanı olmayıp, farz olduğu andan itibaren verilmesi gerekir. Bunun için belli bir ayı veya Ramazanı beklemeye gerek yoktur. Zekat vermekle yükümlü olanların, yükümlü oldukları andan itibaren en kısa zamanda zekatlarını vermeleri uygun olur. Zekat Hesaplama
Asıl olan kişinin üzerine terettüp eden zekatı ödemesidir. Bu itibarla, zekat bir defada ödenebileceği gibi, taksitle de ödenebilir.
Vergi bir vatandaşlık görevidir; zekat ise dinî bir yükümlülüktür. Ayrıca zekat ile vergi, yaptırım yerler bakımından birbirinden farklıdır. Bu itibarla, devlete ödenen vergiler zekat yerine geçmez. Zekatın ayrıca verilmesi gerekir.
Oruç ve hac ibadetlerinde olduğu gibi zekat konusunda da kameri ay hesabı uygulanır. Zekatın farz olması için nisap miktarı malın üzerinden bir kameri yılın geçmesi gerekir. Buna rağmen mal sahibi dilerse vakti gelmeden önce de nisap miktarına ulaşan malının zekatını verebilir.
Aldıkları zekat ve fitreleri bir fonda toplayıp bunu yalnızca Tevbe suresinin 60. ayetinde belirtilen yerlere sarf ettikleri bilinen ve kendilerine her bakımdan güvenilen kimseler eliyle yönetilen dernek, kurum ve yardımlaşma fonlarına zekat ve fitre verilmesinde dinen bir sakınca yoktur.
Bir kimsenin zekat vermekle mükellef olması için Müslüman, hür, akıllı, büluğ çağına erişmiş olması; borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı mahiyette yani kazanç sağlayıcı nitelikte ve üzerinden bir yıl geçmiş nisap miktarı mala sahip olması gerekir.
Zekat ve fitrenin, Tevbe suresinin 60. ayetinde sayılanlar dışında kalan kişi ve kuruluşlara verilmesi caiz değildir. Ayrıca zekat verilecek kişi, bu şartları taşısa bile zekat mükellefleri; 1) ana, baba, büyük ana ve büyük babalarına, 2) oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklarına, 3) Müslüman olmayanlara, 4) karı-koca birbirlerine zekat veremez.
Zekat ve fitrenin kimlere verilebileceği Kur’an-ı Kerim’de belirlenmiştir. (Tevbe Sûresi, 60) Bunlar; fakirler, düşkünler, esaretten kurtulacaklar, borçlu düşenler, Allah yolunda cihada koyulanlar (mukaddesatı korumak için mücadele verenler, ilim tahsil edenler), yolda kalmış olanlar, zekat toplamakla görevlendirilen memurlar ve müellefe-i kulûb adı verilen, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimselerdir.
Zekat, dinin diregi olan Namaz ibadetinden hemen sonra gelmekte ve birlikte zikredilmektedir.İkisinin birbirine baglanmasının en mühim hikmeti, namazın dinin direği, zekatın ise İslam’ın köprüsü olmasıdır. Namaz, dini koruyan, zekat asayişi temin eden İlahi iki esastır. Zekatın dindeki ehemmiyeti içindir ki; Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘nin vefatından sonra halife seçilen Hz. Ebu Bekir (r.anh), zekat vermeyenlerle savaşmış ve bununla ilgili olarak şöyle söylemiştir:
“Allah (c.c) ‘ a yemin ederim ki, namazla zekatın arasını ayıranlarla mutlaka savaşacağım . Çünkü zekat mali bir haktir. Allah(c.c) ‘a yemin ederim ki; Resulullah (s.a.v) ‘a vermiş oldukları bir deve yularını dahi bana vermezlerse, bu sebeble onlarla mutlaka savaşırım” (Ebu Davud )
Zekat Vermemenin Mesuliyeti Gerek ayetlerde gerekse de hadislerde farz olan zekatı vermeyenler şiddetle tehdit edilmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” denilmiştir. (Ali İmran 180)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de bir hadisi şerifinde “Allah’ın kendisine vermiş olduğu malın zekatını vermeyen kimsenin malı, Kıyamet gününde, iki gözünde iki siyah nokta bulunan, dehşetli, zehirli bir yılan şekline sokulur ve bu yılan o gün mal sahibinin boynuna sarılır. Sonra agzı ile mal sahibinin çenesinin iki tarafından yakalar ve ‘Ben senin dünyada çok sevdiğin malınım, ben senin hazinenim ‘ der” söylemistir. (Buhari, Ibni Mace)